Binlerce yıl boyunca kul, köle, olmaya alıştırılmış, “Etrak-i bî-idrak Türk”, “Türk-i müzevvir”, “Türk-i dûn” denilerek hakir görülüp, aşağılanmış insanlardan, eşit vatandaş ve özgür birey yaratmak, o insanlara öz güven aşılamak, bende varım dedirtebilmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti “egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ve “en hakiki mürşid ilimdir, fendir” ilkeleri üzerine bina edilen ilahi ve sultani egemenlik iddialarına karşı milli egemenlik haklarını savunan bir rejime sahipti.
İnsanı, özellikle de Türk insanını aşağılayan, küçümseyen binlerce yıllık geleneği ve sosyo psikolojik iklimi vakit geçirmeden yıkmak gerekmekteydi.
Bu amaçla andımız metni Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlanmış ve 1933 yılında okullarda okunmaya başlamıştı. Metinde 1972 ve 1997 yıllarında bazı değişiklikler yapılmıştır, 1933’de yazılan orijinal metin ise şu şekilde:
Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Bu metinde kimin neye, neye göre itiraz ettiğini tahmin edersiniz öncelikle Kürt bölücü hareketinin elebaşıları ile Türk milli egemenliğine karşı olan şeriat, hilafet ve saltanat yanlıları Türk kelimesine itiraz ediyorlar. Liboş kesim ise bireyciliği ön plana çıkararak yurt ve budun sevgisi ile varlığım Türk varlığına armağan olsun dizelerine karşılar. Malum özellikle çözüm sürecinde bu üç kesim bir araya gelmiş ve İmralı mukimi bebek katilinin andımız kaldırılsın talebine olumlu yanıt vermişlerdi.
Sureti haktan görünerek Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”(Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 1930) sözünü dahi görmezden gelerek bu ülkedeki Kürt, Arap, Çingene çocuklarına Türküm diye her sabah ant içirmek zulümdür bile demişlerdi.
Hatırlayın bahse konu açılım ve çözüm sürecinde kurumların başındaki T.C.’ler kaldırılmaya başlanmış, “Türkiye” adından hatta “Türk Bayrağı’ndan” bile rahatsız olup “Türk” yerine “Türkiyeli”, “Türkiye” yerine “Anadolu”, “Türk Bayrağı” yerine de “Türkiye bayrağı” demeyi önerenler bile olmuştu.
Bu süreçler yaşanırken 2013 yılında Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Yönetmeliği’nde değişiklik yapılarak okullarda her sabah Andımızın okunmasına yönelik uygulamayı kaldırılmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyet’i kuranların Türk kavramını ayrıştırıcı ve ötekileştirici olarak değil, vatandaşlık ve eşit haklar temelinde kapsayıcı ve birleştirici bir üst kimlik olarak kullandıkları son derecede nettir.
Bu kimlikten rahatsız olanların esas itibariyle cumhuriyet rejiminden, bu ülkenin birliği ve bütünlüğünden rahatsız olduğu da açıktır. Demokrasi ve benzeri gerekçeler asıl rahatsızlığı kamufle etmek için kullanılan soslardır.
Bu ülkede benzer olaylar geçmişte de yaşanmıştır. Hatırlayınız; Damat Ferit hükûmetinin Maarif Nazırı Rumbeyoğlu Fahretin, sadece okul kitaplarından “Türk” kelimesini çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda okullarda “milli şarkıların ve marşların” söylenmesini de yasaklamıştı değil mi?
Tarih ders alınmadıkça tekerrür eder diye boşuna dememişler, az gittik uz gittik birde dönüp baktık ki ancak bir arpa boyu yol gitmişiz Rumbeyoğlu Fahretin gibiler hala bu topraklarda bakan olup, icraat yapabiliyorlar.
Gelelim bu marşın faşizmi çağrıştırdığı iddialarına. Böyle bir iddiada bulunan kişi ya faşizmi bilmiyordur ve yahut da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerini. “Doğru ve çalışkan olmak”, “saymak”, “sevmek” ve “armağan etmek” kavramlarının hangisi despotizm, ötekileştirmek, nefret ve dayatma gibi faşizan anlamlar taşımaktadır?
Hepimiz nasihat verirken çocuklarımıza bu olumlu değerleri aşılamaya çalışmıyor muyuz?
Kim çocuğuna yanlış yap, tembel ol, kimseyi sayma ve kimseyi sevme der?
Yükselmek ve ileri gitmek ülküsü kimi, neden rahatsız eder?
Kim çocuğuna geriye git, yada alçal der?
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dizesindeki varlık maddi, manevi fedakarlıkları kapsamıyor mu?
Armağan kelimesi gönüllülük ve rıza içermiyor mu?
Fedakarlık ne zaman kötü bir özellik oldu, hepimiz insanlarımızdan fedakarlık beklemiyor muyuz?
Örneğin günümüzde sağlık emekçileri hastahanelerde, asker polis teröre karşı fedakarlık yapmıyor, bu manada varlıklarını armağan etmiyorlar mı?
Nice ana baba, eş, evlat en değerli varlıklarını; evlatlarını, analarını babalarını, kocalarını ya da karılarını bu duygu ile askere ya da benzeri ölümcül tehditler içeren görevlere uğurlamıyor mu?
Varlığını armağan etme ve fedakarlık duyguları olmasaydı bu ölümcül pandemi koşullarında hastahanede doktor hemşire bulabilir miydik?
Teröristlerin hain pusularına karşı asker, polis gönderebilir miydik?
Hatta 15 Temmuz hain kalkışması sırasında çıplak bedenleri ile tanklara karşı duran insanlar olur muydu?
Uzun lafın kısası andımız çocuklarımızın eğitiminde aynı “Türk; öğün, çalış, güven” ilkeleri gibi son derecede olumlu ve önemli bir söylemdir, tez zamanda bu uygulamaya dönülmeli, bu uygulamaya dönecek bir iktidar iş başına gelmelidir.
Kimin buna karşı, kimin yanında olduğu da meydandadır, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner elbette…