ANAYASA VE LAİKLİK İLKESİ

Toplumlar anayasalarında laik oldukları yazdığı için laik olmaz, laik oldukları için anayasa yazarlar...

Anayasal düzenler skolastik çağın bitmesi ve aydınlanma devriminin rehberliğinde hümanist çağın başlaması sonrasında egemenliğin muhayyel ilahlar ve onlar tarafından seçilerek asil olduğu iddia edilen hanedanlardan insanlara geçişi ile kurulmuş hukuki sistemlerdir.

Sümerlerden başlayan ve firavunlar Mısırı ile devam eden eski düzende insanlar egemen değildi! Egemen olan ilahlar, ilah ya da yarı ilah olduğu veyahut da ilahların seçtiği iddia edilen asil olarak nitelenen kişilerden oluşan hanedanlardı. Bu düzende insanların kural koyması, kanun yapması kabul edilemezdi. Kanunların ilahlar tarafından yapıldığı, kuralların ilahlar tarafından konulduğu iddia edilir, bu kanun ve kuralların kutsal kabul edilen bir kitapta toplandığı ve bu kitabın özel seçilmiş kişiler eli ile insanlara gönderildiğine inanılırdı. Doğal olarak bu kuralların insanlar tarafından bırak değiştirilmesini, eleştirilmesi bile söz konusu olamazdı.

İnsanlar binlerce yıl boyunca iktidarlarını “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina eden toprak hanedanlarının yönetimine boyun eğmek zorunda kalmıştır, dinler ise bu iktidar biçiminin hukuki altyapısı ve gerekçesini oluşturacak bu zorba ve adaletsiz düzeni yasallaştıracak şekilde biçimlenmiştir.

Aydınlanma çağı ile beraber bu yalan, talan düzeni yıkılıp, insanların egemen olduğu cumhuriyet düzenleri kurulunca,  insanların kanun yapma ve kural koyma hakkı çerçevesinde, bu yeni düzenin nasıl işleyeceğini belirleyen, toplumsal yaşamın temel ilke ve uzlaşılarını ortaya koyan anayasalar da insanlar tarafından yazılmaya başlanmıştır.

Anayasalar bir taraftan yasalara temel teşkil eden ilkeleri ve sistemin nasıl işleyeceğini belirlerken diğer taraftan da devlet millet ilişkisini tarif eder.

Anayasalar ve anayasa yapma süreci bu yüzden doğası gereği zaten laik bir süreçtir, laiklik ilkesinin kabul görmediği toplumlarda anayasa yapılmaz, yapmak ya da yapmaya kalkmak tam anlamı ile anlamsız olur. Çünkü bu tip toplumlarda insanların kanun yapma, kural koyma yetkisi yoktur, kanun ve kuralların kutsal kitaplarda yazdığı ve bu kitapların bir ilah ya da ilahlar tarafından gönderildiğine inanılır. Yasalar kutsal olduğu iddia edilen bu metinlere göre gene din adamları ve hanedan mensupları tarafından yapılır.

Aynı şekilde bir anayasaya devletin dini şudur budur yazmakta son derecede anlamsızdır. Öncelikle dini kuralların geçerli olduğu bir toplumda anayasa yazmaya soyunmak zaten kendi içinde son derecede çelişik bir durumdur. Diğer taraftan da inanan inanmayan, o dine inanan bu dine inanan farklı vatandaşlardan oluşan bir toplumda herkese ait olması ve hizmet etmesi gereken devleti dini bir çerçevede tanımlamak adalete uymaz.

Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda 1921 anayasası ve Cumhuriyet ilanı sonrasında yazılan 1924 anayasalarında yazan “devletin dini İslam’dır” ibaresi  bu yüzden son derecede anlamsız ve çelişkili bir ifade olarak kalmış, neticede 1928 yılında anayasadan çıkarılmıştır.

Bu günlerde yeni anayasa tartışmaları gündeme gelmiş bulunuyor ve bazıları bu anayasaya 1921 ve 1924 anayasalarında bulunan “devletin dini İslam’dır” ibaresini eklemeyi, bazıları ise laiklik ilkesini anayasadan çıkarmayı hayal ediyor.

Böyle bir şeye güçleri yeter mi elbette bilmiyorum, lakin bunu başarırlarsa Türk milletinin binlerce yıl savaşarak elde etmiş olduğu egemenlik hakkının ortadan kalkacağını çok iyi biliyorum.

İster İslam olsun isterse de Hristiyan ya da Yahudi herhangi bir dinin hukuku, insani ya da milli egemenliğe hiçbir şekilde izin vermez!

Özellikle İslam şeriatının eşitlik, insan hak ve özgürlükleri temelinde yazılmış anayasamızın yerini alması durumunda Türk insanının kazanılmış hak ve özgürlüklerini çok büyük ölçüde kaybedeceği de kesindir.

Şeriat ile yönetilen ya da yönetilmeye çalışılan ülkelerin perişan durumu bir tesadüf değildir! Çağın gereklerine uymayan, çağın getirdiği hak ve özgürlükleri eşitlikçi bir yapıda koruyamayan arkaik hukuk sistemleri egemen oldukları toplumları daima geri bırakmış, acze düşürmüş ve felakete sürüklemiştir.

Diğer yandan dini inançlar üzerinden bir toplumsal uzlaşı sağlamak da hiçbir şekilde mümkün değildir, “devletin dini İslam’dır” ibaresi anayasaya yazılsa anında “hangi İslam” sorusunu gündeme getirecektir. Somut verilere dayanmayan dini inançlar her daim atomize olmuş parçalı yapıları ile daima kavga çıkarmıştır. Bu yüzden de dini sistemlerin egemen olduğu zamanlarda kanlı cemaat, mezhep ve din kavgalarının önü hiçbir şekilde alınamamıştır.

Ben iktidarın ve makul mütedeyyin kesimin bu anayasa tartışmalarında laiklik topuna gireceğine hiç ihtimal vermiyorum, fakat eğer girerlerse din çok ağır bir tartışmanın içine çekilir, emin olun onarılamayacak kadar büyük bir yara alır, itibar ve güç kaybına uğrar.

Dünyada gelişmenin yönü insanların egemenliğinde, laik düzenlerin kurumsallaşması yönündedir, bu akışın tersine gayret sarf etmek sadece enerji ve zaman yitirmeye yol açar, orta ve uzun vadede başarılı olma olasılığı da yoktur.

Emin olun ki zaten çok yakın bir gelecekte tüm dünyada dinler toplumsal karar mekanizmalarından çıkacak büyük ölçüde insanların sosyopsikolojik ihtiyaçlarını karşılayan doğum, ölüm ve evlilik gibi özel anlarda folklorik törensel ayinlerde kullanılmak dışında herhangi bir önem taşımayacaklardır.