Yazar Hannan Öngü’nün, DÖNÜP BAKINCA ŞÖYLE/Anı/Öykü isimli kitabı UBUNTU Yayınlarından yayımlandı, dolayısıyla, Ubuntu Yayınları, Faruk Demirel aracılığıyla edindim.
Öngü’nün öykülerini okurken çoğu öykünün içinde ve duygusunda kendimi buldum. Nedeni ise doğduğu köy ile olan bağını koparmaması ve yaşadıklarını, tanık olduklarını öyküleştirmesi.
Her yazarın hayalinde geçmişini kaleme almak; romanlaştırmak, öyküleştirmek ya da şiirlerine konu etmek vardır. Bunu kimileri; Yazar, Hannan gibi yapar hayata geçirir, kimleri, yapmanın hayalini kurar, kimleri de o hayalle bu dünyadan göçüp gider.
Başka bir şey daha var; kimilerinin de hiç aklından hayalinden öyle bir şey yapmak geçmez…
Yukarıda sözünü ettiğim “Yazdıklarından dolayı yakın bulduğum” insanlardan birisi oldu benim için Hannan Öngü. Ne kadar mı yakın Ağabeyi kadar yakın.
Öngü, ‘benim tahminim’ yukarıda da sözünü ettiğim gibi, öykülerinin tamamında yaşadıklarından yola çıkmış. Ülkemizin tüm coğrafyalarında, özellikle köylerinde hele ki bin dokuz yüz ellili, altmışlı yıllarında ve daha sonraları da hâkim olan şey; yoksulluk, bilgisizlik ve “kimsesizlik” olunca böylesine iç yakan, can acıtan öyküler de yaşanmış oluyor.
Hannan Öngü’nün yaşamına dair kitabın arka kapağında aynen böyle aktarılmış.
“Hannan Öngü; 1946 yılında Gaziantep’te doğdu. Babası, Antep evlerinin taş duvar ustasıydı. Yazar, tek göz odada büyüyen altı kardeşin en büyüğüydü. İlkokulu ve Erkek Sanat Okulu’nun birinci sınıfını Antep’te, sonrasını Edirne ve Bursa’da okudu.
1973 yılında İstanbul Yıldız Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitirip Makine Mühendisi oldu. Evli, üç çocuk babası ve altı torun dedesi. 1975 yılından beri Yalova’da yaşıyor.
Yazarın doğup büyüdüğü Gaziantep ortamında yaşanan KENAR MAHALLE öykü kitabından sonra DÖNÜP BAKINCA ŞÖYLE/Anı/Öykü kitabı da okurlarıyla buluşuyor…”
Daha nice kitaplarının okuyucularıyla buluşması dileğimle, öykülerinden iki kesit vererek yazımı bitirmek istiyorum. Kaleminiz gür ve özgür olsun. Dün olduğu gibi yarın da kaleminiz hep yaşama ve insana dair gerçekleri yazsın, yüreğiniz aydınlık yarınlar için atsın…
“Gülçiçek, Öldüren Töre” Öyküsünden.
…
Gülçiçek kollarını göğe doğru kaldırdı, başını dik tuttu, eğmedi. Bir beyaz güvercin gibi damın ucundan boşluğa uçtu. Sadece “anaam” diye bir ünseme duydu.
Köyün karşı yamacında çınladı Gülbahar’ın çığlığı.çaresiz çırpındı, dövündü. Kırgın, kısılmış ve acılı sesi “Gülçiçeğim soldu!..” dedi en son.
Gülçiçek toprağa verilirken kadınlar da Gülbahar’ın evine vardıklarında, avuçları saçla doluydu, başında kalanların ise tamamen beyazlamış olduğunu gördüler. Gözyaşları kurumuş, dişleri kilitlenmişti.
O gün Kıvanç köyü terk etti. Gülbahar bir daha hiç konuşmadı. Merdan köy meydanına hiç çıkmadı.
“Gaçgın Olmak” Öyküsünden
…
“Akçar bebem ölüy!.. Akçar’ım ölüy!..”
Hüsref geri döndü, Akçar’ı kucakladı, deli gibi koşmaya başladı. Canay’da onun arkasından yalınayak koşuyor, bağırıp feryat ediyordu.
“Akçar’ım, bebem ölüy,bebem ölüy… Ooyy anam, neredesin oooyyy…”
Hüsref başını bir sağa bir sola çevirerek çaresiz sorar gibi bağırarak koşuyordu.
“Dokdur nerde var?.. Doktur nerde ola, Dokdur nerde ola? Akçar’ım ölüp gider. Dokdur nerde ola?.. Çare nerde ola? Çare nere, Dokdur nerde ola?..”
Akçar körpecik, günahsız bebe… Ana babası Kaçkın. Akçar’a çare ne ola?.. Kaçkın olmak zor, çok zor!..