Ahlak Enflasyonu

Ekonomi rakamlarla bozulur, toplum ise sessizlikle… Bu yazıda, enflasyonun sadece cebimize değil, vicdanlarımıza da nasıl yansıdığını konuşacağız.

Friedrich Nietzsche şöyle der:
“İnsanlar gerçekleri duymayı bıraktıklarında, toplum bozulmaya başlar.”
Gerçekler gözümüzün önünde yaşanıyor aslında. Ama ne var ki, gördüklerimiz, zihnimizde bir türlü mantıklı bir zemine oturmuyor.
Nigel Warburton’un Klasiklerle Felsefe kitabını okurken, Machiavelli’nin önceden de okuduğum Prens adlı eserinin kısa bir özetine rastladım. Bu kez başka bir gözle okudum.
Machiavelli diyor ki:
“Ülkeyi, belli bir olgunluğa erişmiş, aydınlanma yaşamış, her yönden değerlendirme yapabilen düşünen filozoflar yönetmelidir.”
Ona göre, düşünsel bir yönetim biçimini benimsemeyen karar vericilerin, sağlıklı bir düzen kurmaları mümkün değil.
Peki gerçekten öyle mi?
Bugün yaşadığımız ülkeye bakalım… Her köşede bir kavga, bir gürültü; sokakta tahammülsüzlük, ekranlarda cinnet, sayfalarda korku… Genç kızlar katlediliyor, aile içi çatışmalar patlama noktasında, ölüm bir gölge gibi yakınımızda.
Şimdi sormalı:
Bu kaotik ortamın sebebi yalnızca yönetim anlayışı mı? Yoksa daha derinlerde, toplumun dokusunda yaşanan bir çözülme mi var?
Ekonomi Bozulursa, Toplum da Dağılır
İşsizlik, geleceksizlik, gelir adaletsizliği, fırsat eşitsizliği, eğitimsizlik… Bunların her biri, bireyi hem savunmasız hem öfkeli hâle getiriyor. “Ekonomiyle cinayetin ne ilgisi var?” diyenler hâlâ olabilir. Ama artık görmezden gelemeyiz. Güven duygusunun erozyona uğraması, er ya da geç ya öfke patlaması olarak karşımıza çıkıyor, ya da toplumun içini sessizce çürütüyor.
Rahmetli Süleyman Demirel’in şu cümlesi çok şey anlatıyor:
“Enflasyon arttığında toplum bozulur. Borçlu borcunu ödemez. Sözler tutulmaz. Ahlak bozulur.”
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında, aile içi çarpık ilişkilerin normalleştirildiği bir sahne yaşandı. Ekran karşısındaki milyonlar için ne yazık ki bu durum, artık “olağan” bir senaryo hâline gelmiş durumda.
Toplumun Umudu Yeniden İnşa Edilmeli
Toplumun bu mayın tarlasından güvenle geçebilmesi için önce bireyin içinde adaleti ve umudu yeniden inşa etmeliyiz.
Çünkü insanlar,
“Suç işleyip milyonlar kazananlar birkaç ay sonra elini kolunu sallayarak çıkıyor. Biz ise ömrümüzü asgari ücretle tüketiyoruz.”
demeye başlarsa, toplumun vicdanı susar.
Umudu biter.
Geleceği söner.
Çözüm mü? Yine Eğitim. Ama Gerçek Eğitim.
Sedef Kabaş’ın, YouTube’da rahmetli bir iş insanıyla yaptığı bir söyleşide söylediği şu cümle beni çok etkilemişti:
“Biz sadece iyi eğitimli insanlar yetiştirmiyoruz. Şirketimizde kurduğumuz akademiyle, toplum içinde oturmasını, kalkmasını, konuşmasını, giyinmesini bilen; kısacası medeni insan gibi yaşamaya hakkı olan yöneticiler yetiştiriyoruz.”
Bu cümle öyle kıymetli ki…
Bugün hâlâ “bize orta zekâlı adam lazım” diyen yöneticiler var. Eğitimi hâlâ sadece diploma olarak görenler… Oysa eğitim, bir insan inşa sürecidir. Eğitimi, değer temelli bir yapı olarak görmeyen hiçbir toplumda ahlaki ya da sosyal düzelme bekleyemeyiz.
Gerçeklerle Yüzleşmekten Kaçınmak, Toplumu Sessizce Terk Etmektir
Evet…
Gerçekleri duymaktan kaçındıkça, içinde yaşadığımız toplum bizden uzaklaşır.
Ve bir gün, o bastırdığımız gerçekler en olmadık anda karşımıza dikilir.
Toplumu iyileştirecek olan yine biziz.
Eğiterek. Öğrenerek. Paylaşarak.
Toplum mühendisliğiyle düşünmeyi değil, sadece itaat etmeyi öğrettiğimiz sürece; geleceğimiz kurak topraklar gibi susuz kalacaktır.