Ücretsiz dağıtılan “Anneler ve Gözyaşları” isimli kitabımda da değindim. İnsanların, hatta tüm canlıların dünyaya gelişinden itibaren, insan hayvan ayırımı yapılmaksızın sorayım, kaç anne ağlamıştır. Aslında kaç anne ağlamamıştır. Elbette, internetten aldığım bilgiye göre, 4.5 milyardan fazla yaşı olan Dünya’da, şimdiye dek 110 milyardan fazla insan yaşamış. Bunun kaç milyarı kadın ve anne olabilir. Soru olmadığı için işaret koymadım.
Hayvan denilerek tanımlanan diğer canlıların sayısını düşünmek bile zor. Rakamların dayandığı sınır, akılları çıkmaz bir yere ulaştırabilir.
İnsan veya diğer canlılardan anne olanların tarih boyu döktükleri gözyaşları, acaba kaç Van Gölü, kaç Karadeniz, kaç Atlas Okyanusu yapar.
O gözyaşlarına, annelerin sadece çocukları için değil, anneleri, babaları, kardeşleri, tanıdıkları, dostları, canlarına kıyılan hayvanlar, yok edilen yeşillikler için döktüklerini de eklersek, nasıl bir sonuca varır, nasıl bir yorum yapabiliriz acaba?
Yaşantımızı borçlu olduğu annelerin gözyaşları, şiddetin ürettiği acılara ve dökülen kanlara dayanır. Çocukların kanları, kocamanların kararları ile dökülürse, çocuklar, kadınlar kocamanlar tarafından her türlü saldırıya uğrarsa, canlarını veya sağlıklarını yitirirse, orada annelerin gözyaşları kesinlikle vardır.
Bakınız, kocamanlar diyorum, insanlar veya adamlar demiyorum. Adam veya insan olabilmek için, insan türünden doğmak yetmez, kanımca. Adam gibi olabilmek için de salt erkek doğmak yetmez. Kadın da adam gibi adam olabilir, erkek de. Aslında, insan olabilmektir istenen ve beklenen.
İnsanların, insanlar yüzünden dökülen kanlarını, annelerin gözyaşlarını Dünya milyarlarca yıl nasıl taşıyor acaba, daha kaç bin, kaç milyon yıl taşıyacak.
İnanmak gerek, mutlaka, kanlar ve gözyaşları duracak. Durmayacağından, kan ve gözyaşının uzaya, gezegenlere de taşınacağından korkanlar elbette var. Kitabımda da dile getirdim. Anneler, ülkelerinde, kıtalarda ve Dünya genelinde birleşerek bu tehlikeleri, çok uzun zamanda olsa bile ortadan kaldırabilir. Dernekler, federasyonlar, konfederasyonlar şeklinde örgütlenerek, inanç ve siyasal görüş farklılıklarını doğal zenginlik, ülkelerini ve Dünya’yı ortak evleri, üstünde yaşayanları aileden sayarak…
Şiddetsiz yöntemleri ve iletişimi sabırla uygulamaya çalışarak…Yaşamanın sevincini, Dünya’daki olanakları ve kaynakları paylaşmayı başararak…
İnsan soyu, kendisi ile değil sadece, doğa ile hayvanlarla barışık, korkusuz yaşamayı ortak hedefi haline getirmeli. Silahlı veya silahsız şiddete karşı olanlar, şiddetsiz yöntemlerle birleşmeli. Bir yerde bir anne ağlıyorsa, ağlatılıyorsa, o hıçkırığın, o gözyaşının bir anlamı ve bir etkisi vardır mutlaka. Keşke o anlam ve etki her yere ulaşabilse. Belki o zaman, anneler, gönül anneleri, babalar, gönül babaları, o hıçkırıkları ve gözyaşlarını üreten ortamları düzeltecek birlikteliği sağlarlar. O anlamı ve etkisini, “Dost Dili” başlıklı köşemde yazamam, yazacak kelime de bulamam. Onun için “Ağlama Anne” diyorum sadece.
Böyle birliktelikleri sağlayacak annelerin ülkemde çıkmasını beklerim. Bu yazı aslında annelere bir çağrıdır.
Annelerin, kadınların, çocukların ağlamaması için ağlatılmamaları gerekir.
Kan ve gözyaşının akmaması için, dünyaya insan olarak gelenlerin, bebeklerin gerçekten bizim bildiğimiz veya görmek istediğimiz anlamda “insanlaşmaları” gerekir. Kim insanlaştıracak. Yine insanlar. Anneler, babalar, büyükler, öğretmenler, bilim insanları, siyasetçiler.
Bu nedenle, Hükümetleri oluşturanlar başta olmak üzere, tüm siyasal partiler, diğerlerini ötekileştirmeden, şiddet dili kullanmadan iletişim ve işbirliği içinde olmalı. Programlarını ve Tüzüklerini gözden geçirmeli.
Yetmez. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşturan milletvekilleri, TBMM’nin başkanlık yönetimi, komisyonları, Meclisin, Türkiye Ailesinin buluştuğu çok büyük ve anlamlı bir “ Aile Yuvası” olduğunu, yurt dışı veya yurt içindeki herkese somut olarak göstermeli. Şiddet dili değil, dost dili egemen olmalı, kürsülere, grup salonlarına, kulislere, koridorlara.
Annelerin gözyaşlarının dinmesi için, siyasete ve TBMM’ne düşen görevleri buraya yazmaya kalksak Sonsöz Gazetesi’nin bir sayısı yetmez.
Evet, yetmez. Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, çocuk, gençlik ve her yaştaki insanla ilgili politika ve iş üreten bakanlıklar, başkanlıklar, hedef kitlelerinin de görüşlerini alarak nerede yanlış veya eksik bulunduğunu belirlemeli. Bugüne dek düzenlenen şuralar, kurultaylar yetmedi. Düzenleyenler neden diye düşünmeli. Sadece akıl, bilgi yetmez. Vicdan ve sevgi de gerekli.
Yetmez. Üniversiteler, üniversite öğretim üyeleri, çalışanları ve öğrencilerinin demokratik örgütlerince oluşturulmasını yıllardır savunduğum Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) güzel insan, iyi insan için yapması gerekenler var. Ders programları, bilimsel ve demokratik üniversite anlayışı ile tam bağlantılı olarak.
Yetmez. Medya…Yetmez sendika, baro, oda gibi meslek örgütleri, STK diye bilinen, demokratik kitle örgütleri; dernekler, federasyonlar, konfederasyonlar.
Yetmez. Toprağı ve ağacı işleyerek üretim yapan çiftçilerin, köylülerin mutlaka kurması gereken kooperatifler. Çocuklarına istediği gıda maddelerini, giysileri alamadığı, istediği alanda eğitim olanakları sağlayamadığı için ağlayan anneler olmasın diye.Annelerin ağlamadığı canım Türkiye, herkesin mutlu ve umutlu olduğu bir Türkiye Ailesi demek.
Annelerin ağlamaması, ağlatılmaması, ağlatanların durması için haydi ülkemin insanı, sen örnek ol. Hemen şimdi, annelerimize, anne olan eşlerimize, çocuk dünyaya getirmese bile gönül annelerimize sarılalım, alınlarından öpelim, ağlattıksa son kez özür dileyelim ve bir daha asla ağlatmayalım.
Savaşları, şiddeti üretenler, dağdakiler, mağaradakiler, düz ovadakiler, sıcak soğuk yerlerde barınanlar, insanlar…Haydi..
Kim başlayacak? Sen, ben, biz! Anneleri ağlatmayalım.
Ağlama anne!..