ADALET, SAĞLIK, EĞİTİM, ÜRETİM, TÜKETİM ve KİRALAR…

“Adalet, Sağlık, Eğitim, Üretim, Tüketim ve Kiralar” altılısının bir yazının ana başlığı olması ilk bakışta, ilk okuyuşta yadırganabilir.

Türkiye’nin en büyük sorununun “Demokrasi” olduğunu anlatmaya çalıştım, son iki yazımda.

Başlıktaki altı kelime, altı konu, iletişim, örgütlenme ve sosyal güvenlik konularını çözmüş,  eksiksiz demokrasiyi yaşam biçimi haline getirmiş ülkelerde büyük sorun değildir. Sorun büyük olmayınca, oluşan küçük sorunların çözümü de küçük dokunuşlarla kolaylaşır.  Para birimlerinin değeri korunur, yurttaşların alım gücü hep yüksek düzeylerde kalır.

“Evimiz” dediğimiz Türkiye’de, paranın değeri hızla düşüyor, alım gücü azalıyor, daralıyor, maaşlara veya ürünlere yapılan zamlara karşın, olumsuz ve hızlı gidiş durdurulamıyor. Demokrasi ile ilgisi olmayan bu yöntemle asla durdurulamayacağını anlamalıyız, anlamalısınız.

Yazmakta zorlanıyorum, üzülerek,  mutsuz, ancak umutlu bir yurttaş olarak yine de sizlerle paylaşıyorum. Türkiye çoğunluğu mutsuz olan insanların ülkesi. Bu mutsuzluğun derinlerinde, hatta birçoklarına göre yüzeylerinde ekonomik nedenler ağırlıklı olarak duruyor. Ne durması, ağırlık giderek artıyor.

Ülkemizde herkesin işi çok zor. Hükümet veya muhalefet tüm siyasetçilerin,  memur veya işçi tüm çalışanların, emeklilerin, işsizlerin, gazetecilerin, çok az ve korunanlar, desteklenenler hariç tüm işverenlerin, dernek, federasyon, konfederasyon, sendika, kooperatif, oda, baro ve diğer demokratik kitle örgütlerinin işleri gerçekten çok zor. Ancak, sevgili ülkem, bu topraklar, zorlukları yenecek insan gücüne de sahip. Eksik, şiddet içermeyen her görüşün ve inancın temsil edileceği demokraside. Son iki yazımda da belirttiğim gibi en büyük sorun demokrasi alanında. En büyük sorun olan demokrasi alanının da sorunları var.

Adalet sorunlu. Adalette sorun varsa veya bir yerde adalet yoksa orada şiddet var demektir. Kitaplarımda ve konuşmalarımda, uzun yıllardır “Adalet varsa şiddet yoktur, şiddet varsa adalet yoktur” diyorum. Bu söz kullanılmaya da başlandı ülkemizde, kaynak göstermeseler de olumlu bir gelişme sayıyorum.

Sağlık ve eğitim hizmetleri parasız olmalıdır. Parasız olması için eğitim ve sağlık alanlarındaki özel girişimlerin kamulaştırılmasına da gerek yok. Hizmette ve kaynakların kullanımında eşitlik sağlanabilir ve giderler kamu kaynaklarından karşılanabilir. Dahası, eğitim ve sağlıkla ilgili kamu kuruluşları ve hizmetleri güçlendirilebilir.

Sevgi, dostluk, hoşgörü ve huzur, parasız ve içinde şiddet barındırmayan inançlara saygılı laik eğitimle başarılabilir. Başarılmazsa, gözyaşı dolu yıllara ve geleceğe ortam hazırlanır, iyi düşünmeliyiz.

Usta gazeteci Murat Sururi Özbülbül, 19 Ekim 2024 tarihli Sonsöz Gazetesi ile Sonsöz İnternet Haber Sitesindeki yazısına ne güzel bir başlık attı. “  Sağlık Ticarete Konu Olamaz.”

Türkiye’de çiftçiler, üreticiler de sorunların yumağında. Milyonları besleyen toprağın emekçileri bu yumağın çözülmesini sadece devletten, hükümetten bekliyor. Beklemekte haklı. Hükümet ve Hükümeti destekleyenlerden çözüm beklerken, asıl çözümün kendilerinde, kendi aralarında kurmaları gereken dayanışmada olduğunu artık görmeliler. Bunun önemli yöntemlerinin ikisi, kanımca, kooperatifleşme veya eşit sermayeli şirketler kurmak olmalıdır. Bu konularda, gazetelerde, televizyonlarda veya sosyal basında sıkça gördüğümüz muhalefet milletvekillerinin, sözcülerinin,  kooperatif ve eşit sermayeli şirketler kurulmasına hiç değinmemelerine veya benzer önerilerde bulunmamalarına hayret ediyorum. Çözüm; üreten, ancak pazarlama ve ulaştırma  sorunları yaşayan çiftçilerin, köylülerin, üreticilerin, hükümetleri yönlendirmeye ve hatta şiddetsiz yöntemlerle zorlamaya çalışmaları, ancak kendi aralarında da örgütlü dayanışmayı sağlamalarıdır.

Üretenler, tüketen geniş halk kesimleri ile iletişimi, doğrudan kendileri, kooperatifleri veya eşit sermayeli şirketleri kurmalıdır. Üreticilerin, ürünlerini yollara, derelere, boş arazilere dökmeleri, ağaçları, fidanları kesmeleri aslında ilk tepki yöntemi olmamalıdır. Aralarında güç birliği sağlamaları, kendilerinin ve kentlerdeki tüketicilerin de yararınadır.

Bu topraklar, imece, dayanışma ve iletişim kültürüne asla uzak değildir.

Ev ve iş yeri kiralarındaki artışlar, bana göre matematikle, maliyetle değil, doğrudan vicdanla ilişkilidir. Türkiye, çok az örnekler dışında, ev ve iş yeri kiralarının artışı konusunda tarihsel bir ayıbı yaşamaktadır. Hükümet, kira artışları ile ilgili olarak önceden aldığı yüzde 25 ve bu yıl belirlediği yüzde 65 zam kararında kiracıları korumamış, onları destekten yoksun bırakmıştır. Kiracıların çok büyük çoğunluğu, mal sahiplerinin akıl ve vicdandan yoksun baskı ve tehditleri ile korkuyu ve mutsuzluğu yaşamışlardır. 

Bu konuda, Hükümeti çok başarısız bulduğumu, sanki mal sahiplerini koruduğunu, başta emekliler, dar gelirliler olmak üzere kiracıları önemsemediğini söylemek istiyorum. Sadece Hükümet mi başarısız ve etkisiz? Muhalefet partilerinin yöneticilerini, milletvekillerini, emeklilerin, çalışanların ve esnafların dernek, oda ve birliklerini çok etkisiz ve başarısız olarak değerlendiriyorum.

Yine de, bir gün gelecek, bu alanlardaki insan melekler, herkesin mutlu ve güvende olduğu, kimsenin aç, yoksul ve yoksun olmadığı cennet Türkiye’yi mutlaka başaracaklardır. Belki de Dünya’yı.

Haydi, yerin üstündeki insan melekler, haydi…