Mesela sabah işe yetişmeye çalışan bir görme engelli düşün…
Bastonuyla yolda gidiyor ama kaldırımın ortasında bir direk, yanında gelişigüzel bırakılmış motosiklet, bir adım ilerisinde çukur. Biz o çukuru yamamıyoruz, o direği taşımıyoruz; sonra çıkıp “farkındayız” diye mesaj paylaşıyoruz.
Farkında olduğumuz tek şey telefon kilidi.
Bir de şu var…
Tekerlekli sandalye kullanan birinin dışarı çıkması, bizde adeta askeri operasyon gibi.
Asansör bozuk olabilir.
Rampanın açısı tutmayabilir.
Otobüs şöförü “bozuk” diyebilir.
Market koridorları dar olabilir.
Bizim iki dakikalık işimiz için kullandığımız yollar, onlar için saatlik mücadeleye dönüşüyor.
Birçok engelli birey çalışmak istiyor, üretmek istiyor, sosyal olmak istiyor.
Ama kapılarda “sonra gel”, masalarda “eksik belge var”, görüşmelerde “size uygun pozisyon yok” cümleleri duymaktan bıkmış durumdalar. Halbuki mesele engel değil; mesele önlerine koyduğumuz görünmez duvarlar.
Bir de hayatın en zor hali var: bakım yükü.
Bu ülkede çoğu aile tek başına mücadele ediyor. Engelli çocuğunu yıllardır tek başına büyüten annelerin gözündeki o yorgunluk…
Aslında devlete değil, topluma düşen soru şu:
“Bu kadının yükünü paylaşmak için ne yaptık?”
Birçok aile şunu söylüyor:
“Biz ölünce bu çocuk ne olacak?”
Asıl sorun işte burada…
Çünkü o cümlenin içinde yılların yalnızlığı, endişesi, çaresizliği var.
Okullarda kaynaştırma eğitimi var deniyor ama işin gerçeği sınıflar uygun değil, öğretmen sayısı yeterli değil. Bazı çocuklar daha en baştan dışarı itilmiş oluyor. Sanki eksiklermiş gibi… Halbuki tek farkları ihtiyaçları.
Toplumun bir kısmı hâlâ engellilere “yazık”, “günah”, “aman dikkat etsinler” gibi cümlelerle bakıyor.
Ama engelli bireylerin istediği şey acınmak değil;
eşitlik, saygı, erişilebilirlik.
Bu kadar basit aslında.
Bir kaldırıma bir rampa, bir otobüse bir mekanizma, bir sınıfa bir uygunluk…
Bir şehrin planlamasına biraz vicdan eklense sorun dediğimiz şeyin yarısı çözülür.
3 Aralık’ın bize hatırlatması gereken şey şu:
Engelliler bir günlüğüne görünür olup sonra kaybolmuyor. Her gün aramızdalar. Her gün mücadele ediyorlar. Ve her gün bizim bıraktığımız eksikleri tamamlamaya çalışıyorlar.
Bu mesele “farkındalık günü” değil, insanlık sınavı.
Kimse birbirine artistlik yapmak zorunda değil; sadece şunu bilsek yeter:
Hiçbir engelli birey bu ülkede “idare etmek” zorunda kalmasın.
Çünkü asıl engel bedenlerde değil, bakış açısında.