23 NİSAN 1920 TÜRK MİLLETİNİN EGEMENLİK KAVGASINA KONAN NOKTA...

Yeni bir 23 Nisan kutlamasına doğru gidiyoruz bu ay ulusal egemenlik bayramımızı kutluyoruz ama birçok kişi bu bayramın gerçek anlamını ve önemini bilmiyor, üzerinde fazla düşünmüyor, çocuk bayramı Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etmiş ne güzel deyip geçiyor. Bende bu yazıyı önceden yazayım bu yazıyı okuyanlar 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlarken birde bu bakış açısından konuya baksınlar, bayramı daha bir ciddiye alsınlar istedim.

Milli egemenlik modern dönemlerin ve çağdaş toplumların talebidir. Tarihin çok uzun bir dönemi boyunca egemenlik hakkı hanedanlara ve dinlere aitti!

Milletler egemenlik haklarını bu hanedanların elinden ancak çok uzun ve kanlı mücadeleler sonucunda alabilmişlerdir.

Tarih boyunca silahlı güçleri komuta ederek diğer insanlara boyun eğdiren, onları köleleştiren, kullaştıran askeri şeflerden oluşan hanedanlar, tanrılar tarafından seçildiğini ve asil kandan geldiğini iddia ederek bu iddialarını legalize etmeye çalışmışlardır.

“Ben asil kandan geliyorum” ve “Beni tanrı seçti” yalanları üzerine bina edilip, kaba kuvvet kullanılarak sürdürülen hanedan egemenlikleri hem toplumsal evrimi yavaşlatmış ve hem de çok büyük bir şiddet, yokluk ve yoksulluk dalgası yaratmıştır.

Yerkürenin hemen her coğrafyası hanedanlar arası ve yahut da hanedan içi kanlı çatışmalara sahne olmuş tepedeki hanedan ya da kişiler değişse dahi bu düzen değişmemiş, geniş halk kitleleri köleleştirilmiş, sömürülmüş aç biilaç, yok yoksul yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bu dönemde sıradan insanlar, asil olduğunu iddia eden hanedanların kulu, kölesi, tebaası olarak nitelenmiş, hiçbir şekilde eşitlik, özgürlük ve adalet gibi kavramların öznesi kabul edilmemişlerdir.

İnsanlık tarihinde hanedanların egemenliğine karşı ilk açık başkaldırı Amerikan devrimidir ve milli egemenlik talebi ilk defa bu ihtilalde ortaya çıkan devrimci bir görüştür. Egemenliğin kaynağını “halka ve millete” dayandıran görüşler Amerikan devrimi ile ortaya çıkmıştır.

Amerikan devrimi tüm insanlık için çok önemli bir dönüm noktası olmuştur, bu ihtilalin etkileri tüm dünya halkları arasında dalga dalga yayılmış, hanedanların ve hanedanlar ile işbirliği içindeki dini, askeri, mali bürokrasinin egemenliği, iktidarları ve imtiyazları sorgulanmaya başlamıştır.

Türk milletinin egemenlik talebi de Amerikan ve peşi sıra gelen Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkmış Osmanlı İmparatorluğunun mutlaki monarşi rejimi tartışmaya açılmış, bir meclis kurulması ve bir anayasa yapılarak padişahın mutlaki monarşisinin sınırlandırılmasına yönelik talepler ortaya çıkmıştır.

Bu sürecin kronolojik sıralaması kısaca şu şekildedir:

Tanzimat Dönemi, Tanzimat Fermânı 3 Kasım 1839'da Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda okunmuştur.

Fransız İhtilâli ile Osmanlı toplumunda da aydınlar arasında yeni fikirler ve talepler oluşmaya başlamıştır. Özellikle meşruti yönetim yanlısı aydınların baskıları, yapılan ıslahatların kalıcı olması fikri ve Fransız ihtilâli ile beraber ülkeye giren milliyetçilik ve milli egemenlik düşüncesinin karşısında Osmanlı İmparatorluğu bu fermânla kendisini yenileyeceğini çağa uyum sağlayacağını beyan etmiştir.

Bu fermân ile Osmanlı devleti:

·         Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmasını

·         Yargılamada açıklık, hiç kimsenin yargılanmadan idam edilememesini

·         Vergide adalet sağlanmasını,

·         Erkeklere dört yıl mecburi askerlik yaptırılmasını,

·         Rüşvetin ortadan kaldırılmasını,

·         Herkesin mal ve mülküne sahip olması, bunu miras olarak bırakabilmesi. Özel mülkiyet güvence altına alındı ve müsadere kaldırılmasını.

Kabul etmiştir.

Fermanda verilen bütün sözlerin tamamen yerine getirilememesine rağmen bu çabalar, İslami yönetimden uzaklaşmaya, çağdaşlaşmaya ve cumhuriyet fikrine önayak olmuştur. Tanzimat Fermânı'nın okunmasından I. Meşrutiyet'in ilanına kadar geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi (3 Kasım 1839 - 22 Kasım 1876) olarak anılır.

Birinci Meşrutiyet dönemi, Osmanlı İmparatorluğun da 1876 yılında II. Abdülhamid tarafından ilan edilen anayasal monarşi rejiminin ilk dönemidir. Bu dönemin anayasası 23 Aralık 1876'da ilan edilen Kanun-ı Esasi, yürütme organı padişah II. Abdülhamid, yasama organı ise Meclis-i Umumi'dir.

Kanun-i Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve bakanları istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, savaş ve barış yapma, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişahın, "kamu yararı için" polis soruşturması sonucunda kişiyi sürgün etme yetkisi de vardı.

Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturulmuştu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisinin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılıyor, mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.

Birinci Meşrutiyet, II. Abdülhamid'in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşındaki yenilgiyi gerekçe göstererek Meclis-i Mebusan'ı kapatmasıyla 1878'de son bulmuştur.

İkinci Meşrutiyet  Anayasanın, 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908'de yeniden ilân edilmesiyle başlayan ve Mebuslar Meclisi'nin Sultan Vahdettin tarafından 11 Nisan 1920'de tasfiyesi ile sona eren dönemdir. Bu dönemde, parlamenter demokrasi, seçim siyasi parti, askeri darbe ve diktatörlük olgularıyla tanışılmış, iki büyük savaş Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı yaşanmış ve imparatorluğun yenilip, dağılmasına tanık olunmuştur.

23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde toplanan meclisimiz bu tarihi süreçler ve egemenlik mücadelesi üzerine bina edilmiş, son derecede köklü bir mücadele geleneğinden gelmektedir.

Aslında 23 Nisan 1920 ile 29 Ekim 1923 arasındaki tarihe 3. Meşrutiyet dönemi demek de mümkündür çünkü bu ara dönemde saltanat ile hilafet kaldırılmamış ve Cumhuriyet ilan edilmemiş sadece meclis açılmış ve teşkilat-ı esasiye yürürlüğe konmuştur. 1921 anayasası, 1908'de yeniden yürürlüğe girmiş Kânûn-ı Esâsî’yi geçersiz kılmamış, ancak 85 sayılı Kanun, "lex posterior derogat legi priori" (Yeni yasa, eski yasayı iptal eder.) ilkesine göre, iki anayasanın farklı görüşleri temsil etmesi durumunda Teşkilat-ı Esasiye Kanunu hükümlerinin üstünlüğünü savunmuştur.

İki anayasa arasındaki sembolik ama önemli bir fark da devletin resmi adıydı. Kânûn-ı Esâsî’deki “ Devlet-i Aliyye” yerine “Devlet-i Aliyye-i  Türkiye” tabiri kullanılmıştır.

29 Ekim 1923 ise Cumhuriyetin ilanı; Egemenlik hak ve özgürlüklerinin kayıtsız şartsız milletimizin eline geçtiği tarihtir.

Türk milleti Ankara’da toplanan bu meclis yönetiminde hem işgal kuvvetlerine karşı bağımsızlık savaşını vermiş ve hem de egemenliğini bir ailenin elinden söküp almıştır.

Türk Milleti bu tarihi süreçleri iyi bilmeli, milli egemenliğin hangi kavgalar, kahramanlıklar ve fedakârlıklar sonucunda kazanıldığını hiç unutmamalıdır.

Türk milleti olarak bizler milli egemenlik davamızdan hiç vazgeçmeyecek, daha nice 23 Nisan’ı bu bilinç ile Milli Egemenlik bayramı olarak coşku ile kutlayacağız.