Şu anda NATO için uzun vadede asıl tehdit Rusya’dan kaynaklanmakta. Bunun yanında hala devam eden terör olayları da mevcut. Bunun ilki sürpriz değil. NATO 1949’da niye kurulmuştu ki? Dillere espri olarak yerleşen Amerikalıları içeride, Sovyetleri dışarıda ve Almanları altta tutmak içindi. Avrupa-Atlantik güvenliği için asıl tehdit Sovyetler Birliği olduğundan şüphe yoktu ve buna karşı mutlaka Amerika’nın desteğine ihtiyaç vardı.
Ukrayna saldırısından sonra Rusya’nın özellikle NATO’nun doğu üye devletleri tarafından hayatı risk oluşturduğu kanısı defalarca söze getirildi. Terör olaylarının hem Avrupa-Atlantik bölgesinin içinde ve dışında devam etmesi de savunma planlayıcılarını düşündürmekte. Bütün bu unsurları topladıktan sonra NATO ciddi bir hamle yaparak toplam savunma bütçelerinin GSYİH'nin %5'ine çıkmasına karar verdi. Bu hemen uygulanacak bir adım değil. 10 sene sonra bu rakama ulaşılacağına kabul edildi. Her üye devlet için bunun asıl anlamı devlet bütçesinden yirmide birinin savunma ve güvenlikle ilgili harcamalara yöneleceği. 2035’e kadar bu rakama yaklaşırken bireysel ve kolektif yükümlülüklerinin yerine getirileceği hedeflenmekte. Günümüze baktığımızda üye devletlerin bazıları, örneğin Kanada, İtalya, İspanya ve Portekiz, değil yüzde beş, yüzde iki’ye erişmekte zorlanıyor. Burada Amerikalıların on yıllardır bahsettikleri yük paylaşımı akla geliyor.
On sene içinde bu rakama nasıl ulaşılacak? Bütün harcamaların askeri alanda toplanması şart değil. Kararlaştırılan %5’in en az %3,5’inin temel savunma gereksinimlerine ayrılması bir mecburiyet. Geri kalan %1,5 ise daha ekonomik altyapıyı desteklemek için kullanmaya açık. Örneğin iktisadi ağları savunma, sivil hazırlığı ve dayanıklılığı sağlama, savunma sanayi tabanını güçlendirme ve inovasyonu teşvik etme bu çerçeve içine girebilmekte. Ayrıca üye devletler Ukrayna’nın güvenliğinin kendi güvenliklerine katkıda bulunduğuna işaret ederken Ukrayna’nın savunmasına ve savunma sanayiine yapılan doğrudan katkıların da Müttefiklerin savunma harcamalarını hesaplarken dahil edileceğini kabul ettiler. Örneğin hibe edilen tanklar, uçaklar veya askeri personel eğitim masrafları bu kalemin içinde yer alabilecek.
Her ne kadar da hedef ve zamanlama belirtilmiş olsa bile Sonuç Bildirgesi hepsinin dört sene sonra gözden geçirileceğinin altını çizmekte. 2029’da tehdit algıları ve stratejik ortam değişirse bu hedef de değişebilir. Tabii burada bir gerçeği unutmamak lazım. Harcamaların artmasını en çok savunan Başkan Trump. Görev süresi de tam Ocak 2029’da sona erecek. Tekrar seçilme ihtimali de yok. Yeni bir Amerikan Başkanı ile harcamalar konusunda tekrar müzakere imkânı doğmakta. Eğer stratejik ortam müsait ise.
İkinci mühim gelişme kolektif savunmayı içeren Washington Antlaşması'nın 5. Maddesi ile ilgili idi. Zirve’den önce Başkan Trump bu konuda muallak bir konuşma yapmıştı ve Avrupa basını bu yaklaşımdan endişe duyduğunu dile getirmekteydi. Ama Zirve tüm üye devletlerinin birine yapılan saldırının, hepsine yapılmış bir saldırı olduğunu ve bu felsefi bakış acısı ve antlaşma maddesine sımsıkı bağlandıklarını teyit etti. Asıl yapılan vurgu organizasyonun temel değerleri ile ilgiliydi. Sadece bir milyar vatandaşın korunması değil, özgürlüklerin ve demokrasinin korunması bağlamında ortak bir karar alındığının altı çizilmekteydi.
Sonuç olarak 2025 yılının ilk yarısı Avrupa-Atlantik güvenliği açısından epey çalkantılı geçti. Bu zirve daha büyük yaraların açılmaması ve mevcut farklı bakış açılarının ortak noktalarını bulma çabası ile meşgul oldu. Kısmen de başarılı olduğu söylenebilir. Temenni var. Söz var. Asıl icraatta ne olacağı merak konusu. Burada birkaç cevap bulunurken çok daha fazla soru ortaya çıkmakta. Mesela, İsrail – İran ateşkesi devam edecek mi? Nasıl gelişecek. Başkan Trump Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk görevinde başarılı olabilecek mi? NATO’nun Avrupa müttefikleri ortaklaşa savunma sanayilerini geliştirebilecekler mi? Bu ve benzer gelişmelerin fikir alış verişleri gelecek sene Türkiye’de yapılacak zirveye kaldı.