Bugün 14 Şubat “Dünya Öykü Günü”. Tüm öykü severlere kutlu olsun. 24 Ocak günkü yazımda “Küçürek Öykü”yü anlatmıştım. Bugünkü yazımda da sizlere “Durum Öyküsü”nü anlatmak istiyorum. Ayrıca bizde ve dünyada durum öyküsü yazan yazarların ve eserlerinin isimlerini paylaşacağım.
Önce öykü nedir, ona yanıt vererek başlamak istiyorum yazıma. Burada sözü Emin Özdemir (Işıklar içinde uyusun) öğretmenime bırakacağım. Edebiyat Sözlüğü kitabının 285. ve 286. sayfasında, öyküyü şöyle tanıtır Emin öğretmenimiz; “…öykü terimi, gözleme ya da tasarlamaya dayanan bir olayı, bir durumu dile getirerek okuyucuda ilgi ve beğeni uyandıran kısa oylumlu yazı diye tanımlanır. Bunun gibi, insan yaşamından gerçeğe uygun kesitler sunan, bunu yere ve zamana bağlayarak yapan yazı türü diye de tanımlanmıştır öykü…. Durum ve olaya bağlı olarak kişi(ler), yer, zaman öyküyü oluşturan öğeler arasında yer alır. Öyküde kişilerin iç dünyaları olay ve olgular, birbiriyle ilişkileri yönünden yansıtılır. Buna durum öyküsü denir.”
Durum öyküsünde, olaydan çok gözlemlerin ve duyguların ön plana çıktığı görülür. Durum öyküsünün ilk örneklerini Anton Çehov vermiştir. Henri Troyat’ın ve İrene Nemirowsky’nin Çehov üzerine yazdığı kitaplarda bu yönü vurgulanır. Durum öyküsü Çehov tarzı öykü adıyla da anılmaktadır. Durum öyküsünün en büyük özelliklerinden biri, ilk kez klasik kurgunun dışına çıkmasıdır. Bu tür öyküde kişilerin yaşadıklarından çok duygularının, düşüncelerinin, izlenimlerinin ön plana alındığı görülür. Olayın kahramanları sıradan insanlardır genellikle. Çehov “Bir Taşralının Hikayesi” ,“Üç Yıl” ve “Memurun Ölümü” adlı öyküleri, durum öyküsüne verilecek en güzel örneklerdir.
Durum öyküsünün genelinde iç çözümleme ve bilinç akışı ön plandadır. Kahraman(lar)ın duygu ve düşünceleri yazar tarafından değil, kahramanın gözünden anlatılmaktadır.
Durum öyküsünün özelliklerine gelince; okurda merak duygusunu harekete geçirmek için, olay kahramanı derinlemesine tanıtılmaz, kahramanın yalnızca ana özellikleri anlatılır. Biraz öncede belirttiğim gibi, olayda sıradan insanlar anlatılır ve günlük yaşamları öne çıkarılır. Klasik öyküdeki gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümleri arasında geçişler net olarak belirtilmez. Zaman zaman bazı öyküler herhangi bir sonuca bağlanmaz. Bu da yazarın okuru şaşırtmaktan çok onda bir takım izlenimler uyandırmaya çalıştığını gösterir. Olayların geçtiği yerler net bir biçimde anlatılmaz, genel tanımlarla geçiştirilir. (Sokak, ev, iş yeri gibi) Kahramanlar duygu ve düşüncelerini iç ses ile dile getirerek okura ulaştırır.
Yazımın başında da belirttiğim gibi bu türün dünya edebiyatındaki en büyük temsilcisi Anton Çehov’dur. Durum öyküsünün ne olduğunu yine Çehov’un şu sözü dile getirir. “Eğer duvarda bir tüfek varsa o hikayenin içinde mutlaka patlamalıdır.”
Bizdeki temsilcileri ve öykülerine gelince; en başa Aziz Nesin’i koymak isterim. Onun, her kesimden insanın severek okuduğu “Şimdiki Çocuklar Harika” ve “Gül ya da Ağla” öyküleri bizdeki durum öyküsüne verilebilecek en güzel örneklerdir. Yine öykücülüğümüzün doruk noktası olan Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” “Mahalle Kahvesi” “Havada Bulut” öyküleri bu türün güzel örnekleridir. Bir dönem öykücülüğümüzde isim yapmış olan M.Ş.E. (Memduh Şevket Esendal)’ın “Hava Parası” ve “Otlakçı” öyküleri de bu türün örnekleridir.
Anton Çehov’un çok hoşuma giden “Memurun Ölümü” ve bizden Memduh Şevket Esendal’ın “Otlakçı” öykülerinin başlangıcını buraya örnek alarak yazımı bitirmek istiyorum. Öykülerin tamamını merak edenler kitapları edinerek okuyabilirler.
MEMURUN ÖLÜMÜ
“Bir gece, mümeyyiz İvan Dimitriç Çerviakov ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş, dürbünle “Kornevil Çanları“nı seyrediyordu. Çerviakov seyrediyor, saadetin en yükseklerine ulaştığını duyuyordu.
Derken birdenbire… Hikâyelerde bu “Derken birdenbire “lere sık sık rastlanır. Yazarların hakları var, hayat beklenmedik şeylerle o kadar dolu ki… Derken birdenbire yüzü buruştu. Gözleri kaydı, soluğu kesildi. Dürbünü gözünden ayırdı, eğildi ve… hapşuuu!… Gördüğünüz gibi, aksırık, hiçbir yerde, hiç kimseye yasak edilmemiştir. Köylüler de aksırır, emniyet amirleri de aksırır, hatta bazen müşavirlerin bile aksırdığı olur. Herkes aksırır. Çerviakov hiç de bozulmadı, mendili ile ağzını burnunu sildi, nazik bir insan gibi, kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için etrafına bakındı. Ve derhal mahcup olmak zorunda kaldı.Önünde, birinci sıra koltuklardan birinde oturmakta olan yaşlı bir zatın, dazlak kafasını, ensesini eldiveni ile dikkatle silmekte olduğunu, bir şeyler mırıldandığını gördü. Çerviakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil generallerden Brizjalov (Birizyalov) olduğunu tanımakta gecikmedi.”
OTLAKÇI
“- Efendim, tütün tabakasını ortada unutmaya gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozları bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rasgel-medimdi. Bizim rahmetli llhâmi de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı, cebime koyarım, sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın üstüne bırakırım, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir cıgara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi. Siz ona paketinizi uzatırsanız alır ama, kendi eliyle aldığı cı-garadan duyduğu haram tadını duymazdı. Bu otlakçıya canım kurban, kardeşim! Bu herif öylesi değil ki..”
Sağlıklı günlerde, bol öykü okumalı günler dilerken, tekrar “14 Şubat Öykü Günü”nüzü kutluyorum.