1.BÖLÜM
Tozlu, sıtmalı bir Anadolu şehri, nasıl oldu da yeni bir devletin başkenti oldu? Üstelik
asırların payitahtı olan görkemli İstanbul varken… Ankara 1920’lerde, tozlu, yoksul ve sıtmalı bir Anadolu kasabasıydı. İstanbul ise haşmetli ve görkemli bir imparatorluk başkentiydi. Sönük bir kasabanın, ışıltılı ve gösterişli İstanbul’u başkentlik tahtından indirmesi bile Kuvayimilliye ruhunun zaferi değil midir? Başkentin taşınması meselesi 1897 yılında da tartışıldı. Alman General Von Der Goltz Paşa, “Osmanlı İmparatorluğu’nu köklü reformlarla kurtarmak isteyecek bir büyük hükümdarın,
başkenti Konya veya Kayseri’ye nakletmesi gerekecektir.” diyordu.
Mütareke döneminde ise işgalciler de bu konuyu tartışıyordu. O dönemde İngiliz hükümetinin Dışişleri Bakanı olan Lord Curzon, padişahın istediği yere gidebileceğini belirtiyor, yeni başkent için Konya ve Bursa seçeneklerini ifade ediyordu. İlginçtir her iki olayda da Ankara adı anılmıyordu. Aslında Ankara’nın başkent oluşuna giden ilk adım o karanlık günlerde, İstanbul’da atıldı. İki
eski dost, iki silah arkadaşı Şişli’deki evde buluştu. Mustafa Kemal, kurtuluş için çare arıyordu. Ali Fuat Paşa’nın komutanı olduğu 20 kolorduyu Ankara’ya nakletmesine orada karar verdiler.
Eğer Kemal Paşa, kendisini uygun bir göreve kendisini tayin ettiremeseydi, işte bu en güvendiği arkadaşının yanına gidip işe oradan başlayacaktı. Nihayet, Mustafa Kemal Samsun görevine atanınca, Genelkurmay başkanlığındaki ilk hamlelerden biri de 20 Kolordunun Anadolu içlerine nakledilmesinin emredilmesi olmuştu. Ancak İngilizler bunu güçleştirmek için tren yolunun kullanılmasını önledi. Ankara’nın stratejik bir önemi olduğunu biliyorlardı. Vagon başına 60 altın lira istendi. Bu para ödenemeyeceği için Mehmetçik Çukurova Bölgesinden, yürüyerek yola koyuldu.
27 Haziran 1919 sonrası Ankara’nın Millici tarafta yerini aldığı günlerdir. Amasya Tamimi’ni izleyen bu günlerde artık isyan bayrağı açılmış, Ankara bu mukaddes ittifaka göz kırpmıştı. Bu önemli bir gelişmeydi. Sivas Kongresi’nden hemen sonra Ankara, İstanbul buyruğundan çıkmış, Sivas’taki Temsil Heyetine bağlanmıştı. Yani Anadolu hükümetinin buyruğu altına girmişti.
Bu arada meşhur ve çarpıcı bir telgraflaşma olayı yaşandı. Ankara’nın önde gelenleri, Padişah’a doğrudan bir telgraf çekmek istediler. Ancak sadrazam buna engel oldu. Ankara eşrafının, “ ne seni ne de padişahı tanımıyoruz !” şeklindeki cevap tarihe geçecek cinstendi. Olaylar baş döndürücü bir hızla gelişiyordu. Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Ankara’nın milli mücadelenin merkezi olmaya layık bulunduğunu görüyordu. Ankara, İstanbul hükümetine kafa tutmuş, İstanbul’un gönderdiği valiyi kabul etmeyip geri göndermişti. Öte yandan Sivas’taki temsil heyeti, Meclisi Mebusan’ın yeniden açılmasını sağlamak için
İstanbul hükümetiyle Amasya’da görüşmüş, bu fikri kabul ettirmişti. Sonunda seçimlerin yapılması için harekete geçildi.
Gelelim temsil Heyeti’nin Ankara’ya taşınmasına: Büyük Önder, Ankara’ya varışının sebebini ünlü söylevinde şöyle açıklıyordu:
“ Sorumluluğu yüklenenler, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, elden geldiğince yakın bulunur. Yeter ki bu yaklaşma, genel durumu gözden uzak bırakacak ölçüde olmasın. Ankara bu koşulları üzerinde toplayan bir noktaydı. Her halde cephelerle ilgileneceğiz diye Balıkesir'e, Nazilli'ye ya da Karahisar'a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul’a demiryolu
ile bağlı ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’tan hiçbir ayrılığı olmayan Ankara’ya gelecektir”
Meclis’i Ankara’da toplanmaya ikna edememişti ama Temsil Heyeti’ni yani Millici Ruhu Ankara’ya taşımayı başarmıştı. Taşınma gerekçesi, Milletvekillerini aydınlatmak olarak gösterildi. Meclis’e gidecek milletvekillerini, görüşmek için Ankara’ya çağırarak, onların ayaklarını Ankara’ya alıştıracaktı. (yazının ikinci bölümü yarın yayımlanacaktır)